Mahallede her zamanki gibi sıradan bir sabah yaşanıyordu. Bakkal kepengini açıyor, simitçi sesleniyor, insanlar işlerine yetişmeye çalışıyordu. Ancak banka önünde tuhaf bir kalabalık birikmişti. Sebebi ise oldukça sıra dışıydı: Kravatlı, gri, ciddi bakışlı bir fil, bankamatik kuyruğundaydı.
Kimse bir şey demiyor, ama herkes dönüp dönüp filin dev gövdesine bakıyordu. Elinde plastik bir kart, belki de emekli maaşını çekmeye gelmişti. Adı Feridun’dur belki, eski bir sirkte çalışmış, sonra emekli olmuş, şimdi her ayın 15’inde bankamatiğe gelir, sıraya girerdi. Ne kibarlığından ödün verirdi ne de sırayı bozardı. Kuyruk ilerledikçe, insanlar önce gülümser, sonra ona alışırdı.
Feridun’un arkasında yaşlı bir teyze, onun arkasında ise genç bir çift vardı. Herkes sessizdi ama bir yandan da içten içe merak ediyordu: “PIN kodunu hortumuyla mı tuşlayacak acaba?” diye. Nihayet sıra ona geldi. Usulca yaklaştı, hortumunu uzattı ve kartını taktı. Ekrandaki talimatları dikkatle izledi, kocaman hortumuyla tuşlara bastı. Sonra parayı aldı, kartını çekti ve döndü, kibarca başıyla selam vererek uzaklaştı.
Herkes şaşkındı ama bir o kadar da etkilenmişti. Çünkü o sabah herkes bir şeyi öğrendi: Sıra beklemek bir erdemdir, ister insan ol ister fil.