Uzak diyarlarda, gökyüzüne kadar uzanan bir dağın zirvesinde, Ateş Dağı‘nda, kimsenin görmediği gizli bir yaratık yaşardı: Kıvılcım adında minik bir ejderha.
Kıvılcım diğer ejderhalardan farklıydı. O, yangın çıkarmaktan korkar, ağzından istemeden çıkan minik alevlerden utanırdı. Bu yüzden dağın en yüksek zirvesinde saklanır, kimseye görünmeden bulutların arasında yaşardı.
Ama bir gün, dağın eteğinde kurulu olan Kıvıltepe Köyü büyük bir tehlikeyle karşılaştı. Köyün en derin kuyusu, aniden kurumuştu ve köylüler susuz kalmak üzereydi. Kuyunun içinde sihirli bir taşın parladığı söylentisi yayılınca, herkes taşın çalındığını düşündü. Ama gerçekte olan başka bir şeydi…
O gece, dağın eteklerine inen Gizemli Gölge adıyla bilinen, şekil değiştiren bir yaratık, suyun akışını kesmişti. Sadece ateşin gücüyle tekrar açılabilecek bir geçit vardı.
Yaşlı köy büyücüsü, eski bir kehaneti hatırladı:
— “Ateşle korkusunu yenen, suya can verir.”
Bu söz köylüler arasında fısıltı gibi yayıldı. Kimse ne anlama geldiğini bilmiyordu… Ta ki küçük bir çocuk, Duru, bulutların arasında parlayan minik bir ejderha gördüğünü söyleyene kadar.
Duru, yanında bir parça bal ve sıcak bir battaniyeyle dağa doğru yürümeye karar verdi. Zirveye vardığında, Kıvılcım’ı titrerken buldu. Duru onunla konuştu, korkularını dinledi, ona sarıldı ve şöyle dedi:
— “Ateşin tehlikeli değil. Senin kalbin iyi. O yüzden senin alevin de iyi olacak.”
Bu sözlerden sonra Kıvılcım ilk defa istemli olarak alev püskürttü. Alev, dağın içindeki tıkanmış su yollarını açtı. Su, yeniden köye aktı. Kıvıltepe halkı, minik ejderhaya hayran kaldı.
Artık Kıvılcım yalnız değildi. O, Ateş Dağı’nın Muhafızı olmuştu ve her gece köyün üzerinde uçarken kuyulardan su sesi gelmeye devam etti.