Ağaçların arasından beliren genç kadının yüzü tanıdıktı. Sanki Aslı, kendi yansımasına bakıyordu ama zamanın ötesinden. Kadın yaklaştıkça Tulum kıpırdamadan durdu, gözlerini onun gözlerine dikti. Ardından kadının sesi, rüzgarla birleşerek Aslı’nın zihninde yankılandı:
“Ben Liv. Senin kanındanım. Ruh Defteri’ni korudum. Şimdi senin zamanın geldi.”
Aslı bir adım attı, ama Liv geriye çekilmedi. O an zaman durdu. Gökyüzü kararırken etraflarındaki orman, ışıkla titredi. Tulum usulca Aslı’nın yanına geldi. Birlikte Liv’in karşısında durdular.
Liv, defterin son sayfasını uzattı. Orada eski bir sembol çizimi ve şu söz yazılıydı:
“İlk ışık doğduğunda, taşıyıcı kişi kendi yolunu seçer. Ya kalır ve evi korur, ya da yola çıkar ve dengeyi arar.”
Aslı, Tulum’a baktı. Göz göze geldiler. Anlamıştı. Artık bu miras sadece geçmişi korumak değil, geleceği inşa etmekle ilgiliydi. Aslı, köy evinde kalmak yerine, Tulum’la birlikte ruhsal dengesizlik yaşayan yerleri gezmeye, şifa ve bilgi taşımaya karar verdi.
Liv, gülümsedi. Gökyüzüne doğru yükseldi, ardından binlerce ışıktan oluşan bir buluta dönüşerek kayboldu. Tulum, o an başını kaldırıp kısa ama anlamlı bir miyavlama yaptı.
O gece Aslı ve Tulum, köy evini terk etti. Yanlarına sadece Ruh Defteri, birkaç bitki özü ve bir pusula aldılar. O pusula, nereye giderlerse gitsinler, kalplerinin gösterdiği yeri işaret ediyordu.
Ve böylece efsane başladı. Onlar artık sadece bir kız ve kedisi değildi. Onlar, nesiller boyu süren bir sırrın son taşıyıcılarıydı.
**Köyün taş evinde ise bir not kaldı:
“Bu ev, bir gün yeni bir taşıyıcıyı daha ağırlayacak.”**
— Son —