Baykuş yıldızlara karıştıktan sonra Aslı, ruhunun derinlerinde bir boşluk hissetti. Ama bu boşluk korkudan değil; yeni bir şeyin başlayacağına dair sessiz bir beklentiydi. Tulum bile o gece farklıydı. Sanki onun da gözlerinde daha derin, daha bilinçli bir bakış vardı.
Ertesi sabah, Aslı mutfakta otururken Tulum aniden dolaba yöneldi ve patisiyle alt köşeye vurdu. Tahta gevşekti. Aslı tahtayı kaldırdığında tozlu bir bez parçasına sarılı eski bir defter buldu. Kapağında eski İskandinavca benzeri bir yazı:
“Livsboken” — Ruh Defteri.
Aslı defteri açtı. İçinde atalarının kayıtları vardı. Her biri, köyün ruhsal dengesini koruyan kadınların deneyimlerini yazmıştı. Ama son sayfada yazılı bir kehanet dikkatini çekti:
“Ruh Defteri yalnızca soyun son temsilcisine görünür. Tüm bilgiyi yeniden uyandıracak olan, hayvanların dilini anlayanla birlikte gelir.”
Aslı başını kaldırıp Tulum’a baktı.
“Demek o yüzden sen…” diye fısıldadı.
O andan itibaren, her gece defterde yazan eski ritüelleri uygulamaya başladılar. Aslı bitkilerle, doğal taşlarla şifa çemberleri kurdu. Tulum ise geceleri evin çevresinde dolaşarak “koruyucu yollar” çiziyordu. Artık yalnızca bir kedi değil, bir yol arkadaşıydı.
Günlerden bir gün Elif Nine ortadan kayboldu. Eşyaları evdeydi ama iz yoktu. Aslı, deftere sarılı eski bir not buldu:
“Vakit geldiğinde beni arama. Ben seni bulurum. Bilgiyi artık sen taşıyorsun.”
Aslı gözyaşlarını silerken Tulum pencereye çıktı. Gecenin içinde baykuşun gölgesi tekrar belirmişti ama artık gökyüzüne ait değildi. Ağaçların arasından bir figür belirdi… Elif Nine değil… Çok daha genç bir kadın. Aslı’nın büyük ninesi Liv…